Bağlanma Bozukluğu

Bağlanma terimi bebek ile anne arasında kurulan duygusal olarak olumlu ve yardım edici bir ilişkinin varlığını ifade eder. İlk yıllarda kurulan bu bağ çocuğun kimliğinin önemli bir kısmını oluşturmakta ve bu özellikler hayat boyu değişime direnç göstermektedir. Bağlanma konusunu araştıran bir çok kuramcı kişinin yetişkinlik döneminde diğer insanlarla kuracağı ilişkinin niteliğini ve insanlardan beklentilerini belirleyen faktörün, bu kişinin yaşamının erken döneminde annesiyle kurduğu bağlanma ilişkisi olduğunu kabul eder.

Yeni doğan bebeğin hayatta kalmaya yönelik olarak beslenme, temizlenme, ısınma, korunma gibi temel ihtiyaçları vardır. Bu sebeple çocuk bu ihtiyaçlarını karşılayabilmek için bir bakıcıya muhtaçtır yani ona bağımlıdır. Bebeğin biyolojik yetersizliği göz önünde bulundurulursa bakım verenine karşı bir bağlanmanın olması kaçınılmazdır. Bir anlamda anne demek hayat demektir. Ancak bebeğin sadece fiziksel gereksinimlerinin giderilmesi yeterli değildir ve bu  dönemde bebeğin bakım veren kişiyle kurduğu ilişki bebeğin zihinsel ve duygusal gelişimi için son derece önemlidir çünkü bebeklik dönemi olarak tanımlanan 0-2 yaş arası  çocuğun fiziksel zihinsel ve duygusal yönden en hızlı geliştiği dönemdir.

Anne çocuğun sadece bakımını yapmaz ona güven sıcaklık ve rahatlık sağlar. Anneden yeteri  kadar ilgi görmeyen çocukların yetişkinlik dönemlerinde sosyal ilişkilerde yetersizlik, içe kapanma, ilişki kurmada beceriksizlik ve cinsel donukluk görülür.

Anne ile çocuk arasında kurulan sevgi bağının ileriki yaşantıya olan en büyük katkısı daha sonra diğer insanlarla kurulan tüm ilişkilerde güven duygusunun oluşmasıdır. Yanlış gelişmiş ya da dönem dönem kesintilere uğramış bağlanma ilişkilerinin kişilik problemlerine ve zihinsel hastalıklara yol açtığı bilinmektedir. Mahler’e göre üç yaş civarında oluşturulan anne imgesi, yalnız kendimizi ,degil hayatın geri kalanında karşımıza çıkan tüm ötekileri anlamamız için de bir zemin oluşturur. Öyle ki Mahler’e göre çocuk diğer insanlara bakarken anne imajının yarattığı mercekleri kullanır. Bowlby’e göre insanlarda bağlanmanın üç temel işlevi vardır. Bunlar dünyayı keşfederken güvenli bir liman olması, fiziksel ihtiyaçları karşılaması, hayata dair bir  güvenlik duygusu oluşturmasıdır. 

Yapılan anne çocuk deneylerinden elde edilen sonuçlara göre Güvenli ve güvensiz olarak iki çeşit bağlanma vardır. Güvensiz bağlanma da ikircikli bağlanma ve kaçıngan bağlanma olmak üzere iki çeşittir.

Güvenli bağlanmaya sahip çocukların anneleri; çocuğun ağlamasına karşı duyarlı, çocuğun ihtiyaçlarını farkeden, bu ihtiyaçları yerinde yeterince karşılayan ve çocuğu neşelendirebilen özelliklere sahiptir.

İkircikli bağlanan çocukların anneleri çocuğun ihtiyaçlarını karşılama konusunda tutarsız davranırlar. Kendilerini iyi hissettikleri zaman çocuğa cevap verir kötü hissettikleri zaman çocuğu umursamaz ve ilgilenmezler. Bu sebeple çocuğun içsel dünyasında anne ambivelans bir yapı oluşturur. Çocuk anneden hiçbir zaman tam olarak emin olamadığı için ona asla güvenmez.

Kaçıngan bağlanan çocukların anneleriyse çocuğa karşı mesafeli, duygusal olarak zor ulaşılabilen ihmalkar ve ilgisizdirler.

Anne bebek bağlanması sırasında yaşanan olumsuzluklar hem bebeğin içinde bulunduğu dönemde hem de ergenlik ve yetişkinlik dönemde psikolojik zorlanmalar ve psikopatolojiye sebep olur.

Erken dönemde yaşanan bağlanma problemleri bebeklik depresyonu, ayrılma anksiyetesi ve tepkisel bağlanma bozukluğuna yol açar.

Bebeklik Depresyonu

          Kısa süreli anne yoksunluğu( Anaklitik Depresyon):

Anne bebek ayrılığının üç ay sürmesi ve annenin geri dönmesi ile çocukta başlayan depresyon belirtilerinde olumlu geri dönüşlerin yaşandığı tablodur. Çocuk anneden ilk ayrıldığında uzun süreli ve şiddetli bir şekilde ağlar. Kesilen ağlama nöbeti çocuğun yanına bir yabancının gelmesiyle tekrar başlar. Sustuğunda yüzünde yorgun ve küskün bir ifade vardır. Protesto dönemi olarak adlandırılan bu dönemden sonra yeme içme giderek azalır, kusma ve ishal gibi şikayetler başlar, kilo kaybı görülür böylelikle fiziksel gelişim duraksamaya uğrar.

Annenin gidişinden iki ya da üç hafta sonra depresif dönem başlar. Bu dönemde çocuk iyice durgunlaşır ve olaylara tepki vermemeye başlar. Uyaranlara karşı ilgi göstermez ve iyice içine kapanır. Anne üç ay geçmeden dönerse yukarda bahsedilen belirtiler giderek azalır. Ancak çocuk annenin gelişiyle ambivelans (iki değerli) hislerin içine düşer. Çocuk bir yanıyla kendisini terkettiği için annesine öfke duyarken diğer yandan anneyi yanında ister. Fakat annenin kendisini yine terkedeceği korkusuyla ona asla güvenemez. Bu çocuklar yetişkinlik dönemlerinde duygusal ilişki kurmakta sınırlı az yada hiç duygulanamama, duygusal geri çekilme gibi duygusuz kişilikler oluşturabilirler.

         Uzun süreli anne yoksunluğu (Yuva Hastalığı-Psişik Hospitalizm)

Hayatının ilk yıllarında ailesinden ayrılan veya bakım evine verilen çocuklarda görülen bir sendromdur. Anne ya da anne yerine geçen bir yetişkinle kurulan birebir ilişkiden yoksun olan çocuklar duyusal ve duygusal gelişim olanağından yoksun kalırlar.

Bu çocukların bakışları boştur. Göz teması kurmazlar. Uyaranlara geç ve güç cevap verirler. Çevreye karşı ilgisizdirler. Oturdukları yerde sallanma, ağzında bişey çiğniyor gibi yapma, parmak emme gibi davranışları vardır. Aslında bunlar çocuğun kendisini uyarmak için yaptığı hareketlerdir. İleriki dönemlerde bu çocuklarda zeka gerilikleri görülür.

Hayatının ilk yıllarında yuvaya bırakılan çocuklar daha sonra evlerine dönseler bile zeka problemleri devam eder. Bu çocukların bakım ve beslenme koşulları ne kadar iyi olursa olsun ölüm ve ağır hastalıklara yakalanma riskleri çok fazladır. Aynı zamanda bu çocuklar yürüme konuşma, tuvalet eğitimi, fiziksel gelişim bakımından yaşıtlarından çok geridirler.

Ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde ağır kişilik bozuklukları gösterirler. Kişilik bozuklukları çocuğun bulunduğu ortama, yaşadığı olaylara göre farklılıklar gösterir.

Ayrılık Anksiyetesi

Bu bozukluk 1-3 yaşları arasında başlar. Ayrılık anksiyetesi yaşayan çocuk bağlandığı kişiden ayrıldığında kendisinin ya da ayrıldığı kişinin başına kötü bişey geleceğine ilişkin sürekli ve aşırı bir kaygı yaşar. Bu çocuklar kaybolmaktan korktukları için tek başlarına biryere gitmek ya da kalmak istemezler. Biryere gitmek zorunda kaldıklarında huysuzlaşır ya da bedensel tepkiler gösterirler yani hasta olurlar. Bu çocuklar bağlandıkları kişiyi gölge gibi takip ederler. Gece onunla uyumak isterler. Uykuları problemlidir. Uykularında genellikle korkulu rüyalar görürler.

Okula başladıkları dönemde bu çocuklarda okul fobisi başlar. Okula gitmek istemezler gitseler bile sınıfta veya dışarıda birinin onu beklemesini isterler. Öğretmeni ve arkadaşları hakkında sürekli şikayet ederler ancak bu şikayetler genellikle gerçekçi değildir.

Ağlayarak dersten çıkmak isterler. Verilen ödevleri yapmak istemezler. Daha sonra iştah ve kilo kaybı yaşarlar. İleriki dönemlerde ayrılık anksiyetesi yetişkin formu olarak devam eder. Ayrılık anksiyetesi yaşayan kişi evinden, işyerinden ya da duygusal olarak bağlandığı kişiden ayrıldığı zamanlarda şiddetli endişe duyar.

Tepkisel Bağlanma Bozukluğu

Tepkisel bağlanma bozukluğu 4-5 yaş civarında başlar ve müdahale edilmezse ömür boyu devam eder. Bozukluğun oluşmasının temel sebebi çocuğun anne veya babasıyla güvenli bağ kuramamasıdır. Erken bebeklik döneminde anne ve çocuğun herhangi bir sebepten ötürü ayrılması ( boşanma-hastalık-ölüm vb ) çocuğun bakıcısının sık sık değiştirilmesi, annenin depresyon gibi psikiyatrik bir rahatsızlık yaşaması, annenin genç ve deneyimsiz olmasından kaynaklanan çocuk bakımıyla ilgili bilgiye sahip olmaması, çocuğun istenmeyen bir bebek olması, çok sayıda kardeşinin olmasından dolayı annenin çocuğa vakit ayıramaması, annenin uyuşturucu veya alkol bağımlısı olması,  çocuğun bebeklik döneminden itibaren televizyon veya tablet karşısında uzun süre yalnız kalması tepkisel bağlanma bozukluğuna sebep olabilir.

Bu çocukların en önemli özellikleri yaşına ve gelişimine uygun olmayan bir şekilde sosyal ilişki kurmasıdır. Genellikle yaşça kendilerinden daha büyük kişilerle arkadaş olurlar. Onlara sanki ailelerinden biriymiş gibi güvenirler. Sanki arkadaşmış ve uzun yıllardan beri dostmuş gibi senli benli oluverirler. Sık sık ve çok rahat yalan söylerler. Önce aile içinde daha sonra dışarıda çalma davranışı gösterirler. Aile bireyleriyle konuşmak istemezler. Onlarla göz teması bile kurmazlar. Kendileri istemediği sürece kimseyle iletişime geçmezler. İstedikleri zamansa çok rahat ve gerekenden fazla samimi iletişim kurabilirler. Kendi yaşıtlarından arkadaşları yoktur. Olsa bile anlaşamadıkları için arkadaşlıklarını sürdüremezler. Yaşıtlarının oynadığı oyun ve oyuncaklardan hoşlanmazlar.